Büyük ziyafete sezon arası veriliyor. Daha önce dünyayı gezer, yerken hiç kimseyle paylaşmayanlar şimdi aleni ağlak-gizli küstah biçimde ev hapsine zorluyor daha önce birçok olanaktan/eylemden/hazdan mahrum kalmışları. Sosyalleşme çılgınlığından izolasyon seferberliğine… U dönüşü. Dışa doğru olmuş olan içe doğru oluyor: Bim’de değil Migros’ta var talan bu yüzden. Hemen sınıfsal hasetlenmeyin; sıra Bim’e, Şok’a, A101’e de gelecek; TEDBİR yukarıdan aşağı doğru usulca ilerliyor. Kalabalık bir aşk bu, ortasından alaycı bir korona geçiyor. Eşitlikçi görünüyor, sadece düşlere dokunamıyor. Hayaller ve arzular ki, işte orada sınıf dinliyor bu virüs, okkadar da arsız değil, statüyü önemsiyor. Nasıl mı? Bir başkan yardımcısı, bi’ medyatik figür ya da bi’ kraliyet mensubu gitmiştir, gider, gidecektir; ama koltuklardan doğan ünvanlar kalıcı. Abartmayın; dehşette eşitlik sevinçlerini unutun, liberte yok fraternite yok; sadece ‘birkaç adet’ kurban alıyor korona sarsılmaz sanılmış kalelerin içinden; kişileri vuruyor, kurumları değil. Doygunluk yahut telafi öğretisi çıkmayacak devletlû ve de haşmetli ablukadan. Bilakis köşklerde, saraylarda, rezidans yahut yatlarda ya da apartman veya gecekondularda saklı tutulan açgözlülüğümüzdür, çılgınca saldırma, amansız rekabet yani maça kaldığımız yerden devam etme isteğidir (birkaç artı bir) kutularımızda kontrol etmeye çalıştığımız. Dünyanın Sonu fısıltıları yükseliyor dağ köyleri ahlakıyla bezeli kenar mahallelerden mainstream iktidar havuzlarına doğru. Tabiat intikamın alıyor deniyor ve soruyor bir teyze: Kurban olduğum Allah bu nedir?Hollywood filmlerinin yeniden uyarlamasıyız şu an. Eğlencede asla! Felakette birlik manifestoları! Değerli olan ‘sanane’ydi eskiden, kimseye hak görülmüyor imdi ‘banane.’
KOMİK!
ÇYYÖ. ÇYYS.
Çin Yarasa Yemeden önce, Çin Yarasa Yedikten Sonra. Sanane’nin kefareti ödenmeden banane’ye yasak koymanın dayanılmaz şehveti. Evvelde şölene çağrılmayanlar karantinaya davet ediliyor. İcap eder mi? Eder. Korku bu, sefahat düşkünlüğü bunu gerektirir.

Ötekiler, alttakiler, yeraltındakiler; dünyanın bütün çirkinleri şimdilik kira-kredisi ödenmekte olan kutular(ın)akapanabilir, haşmetlilere de bulaştırmasınlar deyu sokaklardan uzak kalabilirler, lakin düşünüldüğü kadar eşitlikçiyse, didaktikse ve çarpıcıysa eğer bu virüs, köklü bir dönüşümü getirir beraberinde. Lakin iddiam görüldüğü gibi olmadığı, hakemin geriye doğru sayımında ayağa kalkan azılı boksörler misali hayata kaldığımız yerden devam edeceğimiz. Yine efendim diyecek garsonlar, yine bahşiş ihtirasına yavşakça kapı tutacak valeler, yine içinden gelmese de sahtekârcagülümseyecek AVM güvenlikçileri; şimdi ağlama vaktidir ağlayın, hep işleyecek altın kural: ‘yol belli, eğ başını usul usul yürü şimdi.’ Dönüşüm olmayacak, kendini yatağında devcileyin bir insan olarak bulmayacak hiç kimse. Kâbus değil yaşadığımız, rüyanın ta kendisi, kabus değil. Tıka basa yedik ve midemizden gırtlağımıza yükseldi asidimiz. Yanıyor göğsümüz, hırıltılı hırıltılı konuşuyoruz. Böcekliği seçtik (yahut buna düştük veya yükseldik); alt kimliğimizdir bizim Gregor Samsa, üst değil. İşte bu yüzden, sırf bu yüzden hala işliyor makine dişlileri, gümbür gümbür çalışıyor AVM’ler. Minibüsçüler, pilavcılar, getir’ciler, götürcüler. Hala çalışıyor banabi, sana iki. Batan gemiyi önce fareler terk ederdi hani? Şimdi ağlama vaktidir, ağlayın; terk edemiyor, çalışıyor halen fareler. Aman ha efendiler istiyor diye gafletine düşmeyin, ihracat okeyyyy üretim okeyyyy peki arzularını nereye koyacaksınız farelerin? Kaptanlar boy veriyor ekranlarda, lüks kamaralara verilecek büyük imtiyazların yanında kazan dairelerinde dolanan farelere de birkaç parmak bal çalacaklar elbette. Efendi de köle de biziz, bir’iz bütün’üz. Ne mi yapmalı? Nasıl mı olmalı? Bilmem, devrimci değil, isyancıyım. İsyan! – ne ayıp bir kelime. Sürüsünden mahrum kalmış da, henüz cemaatini bulmamış sıradan bir vaizim belki de. Tahlillerimiz karadır, vaazlarımız acıdır, bi düşünelim ağbiler.
Kahraman mı arıyorduk? Spartaküsler, Dantonlar, Don Kişotlar, çiçek çocuklar, 68’ler, 78’ler, Che’ler Mazlumlar, Sergenler Maradonalar daha neler daha neler. Gezi olaylarını hatırlayanlarınız var mı? Vardır. (Ben kendi sosyolojik bağlarımdan bakarım dünyaya, sen siz o onlar da kendi kahramanlarınızı koyunuz hâsılı ortaya.) Sahi nerde onurlu bir yaşam için önde yürürken göklere çıkarılan o Mehmet Ali Alabora(mız)? Unuttunuz mu? Yedirdiniz mi? Umurunuzda mıydı? Kalbiniz kurudu mu? Kurumadı. Kimine korku salan kimine ümit kapısı. Kahraman mı arıyordunuz?
Tek Çare Korona!
Hayır, Terörist bu korona!
Korona varsa çözüm var!
Korona piçleri yıldıramaz bizleri!
İşgal edip sömüren mi bu korona yoksa tanrıların izniyle fethedip fatih olan mı? Ah, kimselerin vakti yok durup çince şeyleri anlamaya. N’apcaz böyle?

Doğa geri bildirim yapıyor her zamanki gibi. Bütün ötekiler gücünü toplar ve maruz bırakıldıklarına yanıt verirler zamanla. Dengiyle ya da misliyle! İntikam soğuk, salgınsa sıcak sunulan bi yemektir. Sözgelimi Cezayir’e 1800’lerde düşürülmüş napalm, 1960’da bir yaz günü intihar bombacısına dönüşüverir Paris’te bir kafede. Bütün ezilenler kendilerini ezenler gibi olur hatta onlardan daha beter olurlar diyordu ismini hatırlamadığım bir sosyolog. Korona Milliyetçiliği. Teslim olalım, eller yukarı! Doğrudur: Ezilen doğa bize cevap veriyor; güzel oynuyor oyunu, acımıyor bizden de iyi. Kemik kıra kıra, göğüs yaka yaka, kusturta kusturta ilerliyor. İnsan-tür olarak biz ne kadar hızlıydıysak, bu virüs de öyle ve belki bizden daha kıvrak talan ediyor, kasıp kavuruyor. Tabiatın eli, doğanın Maradonası. Biz ne mi yapıyoruz? Utanmadan, özeleştiri vermeden, alttan alta ‘geçmişe sünger çekme vaktidir’ önermesiyle ulusal-küresel seferberlikler ilan ediyoruz. Her ailede, her ulusta, kısacası her toplulukta o topluluğun egemen ahlakını, kültürünü ve davranış biçimleriyle söylemlerini kabul etmeyip, nefret edenler bulunur. Yani çarpık katılanlarımız oluyor elbette bu mahcup seferberlik ittifakına. Eller ovuşturuluyor, yüzler doğruluk payıyla gülüveriyor. Sözgelimi veganlar seviniyor.
Dua ediyorlar tanrılarına ben hayvan yemedim, ben yapmadım, benim canımı alma ey veganrab diye. İbadetlerini yerine getirmiş, bütün vecibeleri yapmışlar; ayrıcalık istemekte haklılar mı, haklılar. Dış mihrak korona’nın oyuncağı olmuş, vatan haini mi veganlar? Bir erkek bir kadın tarafından öldürülüyor seviniyor kimi kadınlar. İçleri soğuyor mu, soğuyor. Meşru mudur sevinç? Hemcinslerinin katlinde ortak olunmadıysa sızılarına, küçümsendiyse talepleri ve hürmet edilmediyse matemlerine, verilmiştir karar: Meşru. Bir öğretmen veya doktor şiddete kurban gidiyor, seviniyor doktorun azgın otoritesinde ezilip, içine atmışlar yahut rahibin kutsiliğiyle donatılmış öğretmenden cetvel yemişler çocukluğunda. Bütün yandaşlıklar ve sevinçler haklı, bütün karşıtlıklar ve zulümler haklı (!) Muzır ve şakacı doğa hep geri bildirim yapıyor. N’apıcaz böyle?
‘Bütün türlerin ortak özelliğidir’ derler ‘doğa ters tepki verinceye kadar genişlemek ve çoğalmak.’ Cümle başları ve özel isimler büyük harfle yazılıyor bu yüzden. Kendinden sonra gelenleri yutmak ve iyice büyümek için. İnanmıyorsanız bkz. ‘’Büyükanne senin ağzın neden bu kadar büyük?’’ Öneri mi istiyordunuz? ( Bundan sonra kaosun başlangıcını temsilen her şeyi– cümle başları hariç – küçük ve eşit yazacağız. ) Alın:
Her fikir dile gelmişse, ağızdan çıkmış yahut kâğıda dökülmüşse yayılmak için vardır. Vegan vegandünya, fare faredünyaya, dindar dindünya, goygoycu goygoydünya, femen femendünya, tüccar paradünya, türk turandünya, isevi hristiyandünya, siyahdünya beyazdünya, akdünya karadünya, çiçekdünya radyasyondünya, inşaatdünya tozdünya…
Say say bitmiyor şu dünya. Ben de oturmuş buradan bendünya istiyorum bu açık ve yamuk mektubu sizlere yazarak. Bendünya’da size yeni bir yaşam vaat etmiyorum, bendünya’da sizlere bugünkü dünyanın tam da olması gerektiği gibi olduğunu söylüyorum. Birbirinizi çekiştirip durun, fakat senin yüzünden benim yüzümden deyip durmayın. Biraz sessizlik, lütfen. Barış yılları asla gelmeyecek, hiç olmadı; o hakkı masallara filmlere özetle kurmacalara verdik biz; barış ki temenniden öte değildi. Korona dönüştürdü bizi evet, ama geçici bir süre. Kaç korona, kaç salgın gördü yahu bu dünya, bugün bizi mi dönüştürecek? Kaç ABD, kaç Roma, kaç İskender, kaç Fatih gördü yahu bu dünya, bugün mü dönüştürecek? Nerdeee? Senin talanın benim talanımı döver ahlakımız; siz çok güçlü oldunuz şu barbarlığı bize verin inancımız. Virüs dışarıda değil, içerde. Bakalım son bilançoya ve hımmmm bir iki adet dönüşüm seçelim seçebilirsek kendimize…

BİR.
Ortalama üç saniye dikkat süresi olduğu söylenen sosyal medya kullanıcıları şimdi bir yıllık video-yazı-bilgi stoğunu yalnızca ve yalnızca bir günde tüketmek üzere. Neden? Korkudan. Neden? İhtiyaç var ve öğrenmek istiyor. Demek ki neymiş ben uzun yazıları sevmiyorum, okuyamıyorum demeyecekmişiz bundan kelli. Spot laflardan, 140 aymazlığından utanacakmışız. Ne diyeceğiz peki? İlgime, ihtiyacıma ve korkuma hitap etmiyor diyeceğiz. Bu dönüşüm kalıcı-yerleşik olacak mı peki? Hayır. Bunun adı dönüşüm değil, kısa devre.
İKİ.
Bir gün yirmi dört saat. Kudretinden sual olunmaz, toplumsal yasaların üstünde olduğu gibi fizik yasalarının da üstündedir. Yetmiş iki saatinde seslenir biz yavrularına bir günün ki, daima duyar-görürüz onu. Eğer covid19 yahut başka bir hastalıktan muzdarip değildiyse ‘bu ülke’nin birincisine verilen payenin aynısı belki de daha fazlasını kendi için isteyip, Türkiye’nin ikinci kurucu lideri olmak için çabalayan Erdoğan güzel medyatik bir şovla ekranlara bir hafta sonra çıkacak ve endişenin-belirsizliğin-karmaşanın hüküm sürdüğü şu günlerde sakinleştirici-kurtarıcı bir baba olarak sunulacak bizlere. Bu dönüşüm mü? Sayılır. Fakat ebedi yahut uzun soluklu değil, geçici. Belki de süreci kötü yönettiklerinden emin olduklarından ötürü, bunca derdin arasında en önemlisini de Başkan’ın sırtına atmak istemiyorlardır. Pazarlama Stratejisi. Bir hedef-kurban seçelim, seçelim. İK. İnsan Kaynakları. Heh, bizim kabinemiz vardı yahu. Sağlık Bakanını atalım, yüzü taze.
ÜÇ.
Vazgeçemeyeceğimiz kimi batıl kimi hakiki türlü türlü inanışlarımız var.
Tıbba ‘iman eden’lerimiz doktor, sağlıkçı veya akademisyene itibar edip, yöneldik el mahkûm çaresizce. Bir görüşten hızlıca öbür görüşe geçtik. Panik, boşver, panik boşver, panik. Bu doktor böyle diyor, fakat falanca da şöyle. Heh, en iyisi şu herif! Tuzlu suyu mu ağızdan alıyorduk lahmacunu mu toz edip yutuyorduk; yetmiyor muydu üç kulhu bir el yıkama koronaya? Yok, yok çamaşır suyunu kaynatıp için diyor, şu kadın bak daha esaslı konuşuyor. Çün zayıftık, korkaktık ve anlamak istedik. Akademinin kıymeti anlaşıldı, bilim yeniden saygı gördü tabii; her zamanki gibi çıkmaza gelip, uçurumla baş başa kalınca yılana sarıldık(!) İşbu yılana sarılmayıp, ona itibar etmeyenler de oldu elbette. Ama orada da aynı şekilde iman söz konusuydu. Genel görüntü şuydu: Covid19 kasırgası ezip geçiyordu, insanlık tehlike altındaydı ve biz kendi içimizde ayrışıyor, ayrışıyor, ayrışıyorduk. Cılız sesler dışında iki karşıt ideoloji çarpışıyor, taraftarları birbirini salaklıkla itham ediyordu. Biri bilimin dizinin dibinden ayrılmak istemiyordu ya, sahnenin öteki iman edenler tarafıysa sekülerite dergâhlarına değil de, türbelere, mezarlara, ibadet yerlerine hücum ediyordu. Kaç bin yıllık paradigmadan, bugüne kadar inandıklarından nasıl vazgeçirebilirsin ki onları? Ey öteki, niye vazgeçiriyorsun zaten, insanlığın ortak iyiliği için hükmetmek mi istiyorsun onlara? O da aynısını sana söylüyor. Ahahaha. Umre’den gelen elbette kaçmaya çalışacak tıkıldığı yurtlardan. Ben kutsal topraktan geliyorum, bana bir şey olmaz. Haklı. Öğretisi bu. O iman eden zaten, sen değil ben değil biz değil; farklı tanrıların cemaatleriyiz. Üstelik yetersiz (belki de hiç) virüs tespit imkânları ve sağlıksız koşullarda bekletilmelerinden ötürü firar etmek arzusunda olduklarını hesaba katmıyoruz bile, alay ediyoruz hunharca kamu sağlığı-güvenliği perdesi ardından… Peki, dönüşüm burada nerede, var mı? Sadece bazı inananlar saflarını değiştirdi, çoğunluksa unuttukları her türlü tanrısına daha bi sıkı sarılır oldu. Hayat kısa, korona vuruyor. Camiileri, kiliseleri kapatmak ne demek ey diyanet ey vatikan, Tanrullah bugünler için yok muydu?! Biz çarpışaduralım, kim karlı çıktı allasen bu salgından?

Yönetme hastalığına sahip günümüz başarısız siyasetçileri yeniden koltuklarını sağlama alma garantisi buldular böylece. Savaş zamanları seçim pusulaları ürkütür ve lüzumsuz bulunur; kimse batmakta olan titanik’in kaptanı olmak istemez. Hiçkimse krizi, geçinemeyişi, açlık sınırını, borçları taksitleri düşünmüyor. Çünkü ortada ekonomi kalmayacak fısıltısı dolaşıyor. Avrupa’nın üçte ikisi vebadan gitmişti de, Moğolların yükselişi şundandı da; ben demiştim demeyi seven Tarih alaycı gülüşüyle korkunçluğunu sallandırıyor üzerimizde. Sadece fantastik Amerikan filmlerinde doymaya doymaya yediğimiz dünyaya saldıran yabancı varlıklar misali tek yürek olduk ve fedailerimizle, önderlerimizle vur ha vuruyoruz düşmana doğru. Armageddon. Yenileceğiz ama onurumuzla yenilelim. Şerefli mağlubiyetler d-önemi. Gülmem geliyor, affedersiniz komiğime gidiyor. Boşuna yaratılmadı bunca UFO, boşuna yazılmadı bunca senaryo; büyümek, istila etmek isteyen bizdik, masum NASA araştırmalarıyla benzerimizi yahut üstünümüzü değil, aslında bize halel gelmemesi gereken üstünlüğümüzü ispatlatacak dış mihraklarımızı arıyorduk. İnsan insanı; aile aileyi; mahle mahleyi; okul okulu; şehir şehri; ulus ulusu kırdı da, yetmedi, doymadık. Kibrimiz öyle yüceydi ki, biriciktik bu evrende, galaksi buysa kral bizdik ya; hani la nerdeydi Mars’ta yaşam, dünya olmak kolay mıydı? Bulsak galakside öteki yaşamları bir kaşık suda boğacak varlık’lı’lardık esasen, bulamadık. O da ne? Dikkat! Bu gezegende korona var! Üstünlük sandığımız zayıflığımızın örtüsüymüş, buradaki değersizliğimizden kaçıyormuşuz da, yaptığımız amok koşusu tersine dönüyormuş. Olumlu yanı: Yalnızlıktan kaçıyor, sevmeyi bilmeyen çocuklar gibi davranıyorduk, vuruyor kırıyor dağıtıyor, sarılırken boğuyorduk. Yalnızlıktan kaçarken kıymet bileceğimiz tuttu, karantinaya alındık ve en az iki kişilik yalnızlıklara tutulduk. HAT’tan mülhemle; yükselmedik düştük yalnızlığa… Ama güzel de oldu. Ödevlerden doğan yüklü telaşı, her gün evden azarlanmamak uğruna çıkmanın yorgunluğu, kendimizi kaçırıyormuş hissinin acılığı; özetle angaryalardan doğan bütün kasveti kırmış olmanın ferahlığını yakaladık. Düşmek iyidir yani, yürümek için kaç kere düşmesi gerekmiştir emekleyen bir bebeğin..?

Büyük ziyafete sezon arası veriliyor. Yaşlılar serseri mayın dışarıda geziyor, hapiste ölmek istemiyorlar belli ki, gençler kutudan hapislerde anksiyeteleri yatışmıyor. Ta ki gençlerden ziyade yaşlıların öldüğü netleşince. No Country For Old Men. Seviniyoruz içten içe… Evdeyiz ve rahatladık. İstatiksel duyarlılık. Vicdansızlık edebiyatına lüzum yok, biz buyuz. Doğada her tür kendini korumak ve genişlemekle mükellef; eğer aramızda kategoriler, statüler ve dikey hiyerarşi vardıysa, elbette neşelenecek alttakiler göçenler oldu diye üsttekilerden. Zevki başka, bambaşkadır hayatta kalmanın, bu tam da bizi canlı yapan şeydir belki… Nasıl ki geride bıraktığımız milyonlarca spermin akıbetini önemsemediysek öyle…
Neyse bunca hengâmeden öğrendiğim şu ki, kafamın içinde Flash Tv var ve bu bana iyi geliyor. Karantina beni aydınlatmadı, öncesinde ne yapıyorduysam -tost satmak dışında- aynısını yapıyorum. Kitaplar okuyorum, yazılar yazıyorum, arada bir iki dizi izliyor, amuda kalkıp duvara bakıyorum. Meğer hayatımı zaten karantina altında yaşıyormuşum; meğer insan insanın değil sadece, insan kendi kendinin de virüsüymüş. O yüzden bir gün,
bir gün elbette içinizdeki flash tv’yi seveceksiniz.
( içinizdeki fılaş tiviyi seviniz.)
.
.
.
( HAMİŞ: Bu yazıyı yazdığımda geçen haftaydı ve sonrasında açıklanan paketten elbette yine tavşan çıkmıştı. Fakat bu sefer alkışlanmadı bu eski sihirbaz gösterisi. Dönüşüm anlamındaysa şu olmakta günlerdir; şakasını dahi yapamayacağız hale gelmekte corona vakası ve normal bir ülke olarak maaş alan bakanlar görev dağılımlarına göre eksik/yeterince/fazlasıyla bilgilendirmeler yapmakta, yeni kararlar-önlemler açıklamakta. Tek kanallı TRT dönemine nazaran en azından bu polifoni iyi. Kalıcı mı olacak geçici mi? Zaman gösterecek.)
fotoğraflar/çizimler sırasıyla:
– kapak fotoğrafı, wim wenders, wings of desire.
– alfonso cuaron, roma, yangın sahnesi.
– hürriyet gazetesi haberi.
– davide bonazzi.
– sancho.
– john holcroft